Tibet’e Pekin’den uçakla ya da trenle gidiliyor. Gidişte uçağı pek tercih etmeyin dedi doktorlar bize çünkü trenle kademe kademe yükselerek gitmek daha sağlıklıymış. Yükseklikten dolayı oluşabilecek herhangi bir rahatsızlığa karşı vücut kendini alıştırıyormuş.
Biz de treni tercih ettik tabi.
T27 nolu Pekin-Lhasa hattı geçen sene temmuzda açılmış. Bir senedir hizmet veriyor. Çin hükümetine 4,9 milyar dolara mal olan demiryolu hattı, Kanadalı ve Çinli mühendislerin ortak çalışması sonucu yapılmış. Dünyanın en uzun ve en yüksek rakımdan giden demiryolu hattı ünvanını almış. Sağlık problemlerine karşı oksijen bağlantıları ve doktor bulunuyor. Yer yer buzlu veya çöl kumlarından oluşan topraklar üzerinde de gidebilecek şekillerde tasarlanmış. Pekin’den Lhasa’ya 50 saatte yani 2 günde varılıyor. Hard Bed, Soft Bed ve oturarak olmak üzere 3 şekilde seyahat edilebilinir. Hard Bed 4-6 kişilik yataklı odalar, Soft Bed 4 kişilik yataklı odalar. WC ler ortak. Trendeki restaurant belli saatlerde açık. Tren içerisinde üç öğün yemek, meyve, içecek, bira sürekli satılıyor. Gitmek isteyenlere tavsiyem Soft Bed odalar. Çinliler erken yatıp erken kalkmaya alışkın oldukları için trendeki sessizlik bununla doğru orantılı. Kadınlar ve erkekler ev hallerinde pijama terlik dolaşıyorlar.
Akşam 9.30 da bindiğimiz sefer, ertesi sabah ilk durak Xian’da duruyor. Dışarı çıkıp dolanma vaktimiz oluyor 10 dk. Xian şu ünlü Terracotta askerlerin olduğu tarihi başkentlerden. Sabah kahvaltılarında Çinliler yeşil çaylarının içine Ginger yani Zencefil koymaya başladılar. Nefes almaya yardımcı oluyormuş çünkü.
Trenle gitmenin bir avantajı da Çin’in iç kısımlarını görebilme imkanına sahip olması. Anadolu tarzı tarlalar, köyler, ve yer yer de büyük şantiyeler dolu. Önceleri Çin hükümetine önyargılı bakıyordum hep doğu kesimine ağırlık vermiş, batının gelişmesi geri kalmış diye ama yol ilerledikçe ve coğrafi koşullar değiştikçe hak vermeye başladım. Üstelik hükümet elinden geleni yapmış, Shanghai’da hangi otoyolu, baraj köprü, tünel varsa doğu ve iç kısımlarında da aynı gelişmişlik var. Bu kadar geniş topraklarda bu gelişmişliği görünce Çin hükümetinin gücünü bir kez daha anlıyorsunuz.
Tarım olarak mısır, kabak, buğday, şekerpancarı yetiştiriliyor. Buğday balyaları en kötü köyde bile telesiyejlerle taşınıyor. Sık sık yerleşim alanları var. Bazı köylerde kilise, bazılarında hem kilise hem cami hem de tapınak var. 1. günün akşamüzeri saat 6 da Lanzhou’da 2. molayı veriyoruz. Lanzhou Çin’in batı eyaletlerine yardım eden bir kenti. Ulaşım ve zaman sorununa böyle bir çözüm getirmişler. Kent, batının ihtiyacı olan herşeyi üretiyor. Fabrika kent diyebiliriz. Kendi ülkemiz için düşünürsek eğer, büyüklük olarak kıyaslanamaz ama mesela Malatya, Elazığ gibi bir şehri sadece doğudaki insanların ihtiyacı olan her türlü şeyi üretmesi için seçildiğini düşünün ( hoş artık üretim kelimesi bizim için ütopik olmaya başladı ama). Lanzhou yolculuğun tam orta noktasında. Akşam boyunca odamızdaki Fransızlarla sohbet ettik. Ermeni sorununu, ülkemizi anlattık. Sarkozy’nin Bush’dan farklı olmadığını, nasıl tekrar onu seçebildiklerini sorduk. Onlar da aslında istemediklerini ama nasıl seçildiğini anlamadıklarını söylediler. Demek ki dünyada seçimleri gizli güçler yönetiyor. Sadece bizim ülkemiz için geçerli değilmiş bu durum.
Ertesi sabah 5.30, rakımın yükselmeye başladığı yer olan Germu’ ya geldik. Burası 3800 m civarında. Bize bir kağıt imzalattılar. Sağlığımızla ilgili oluşacak sorunlardan tren görevlileri sorumlu değildir, kendi isteğimizle geldik diye. Açıkçası biraz korkuttu. Ama daha önce
Yabancılarla yaşadıkları sorun sonucu böyle bir önlem almayı uygun bulmuşlar. Poşetler ve ambalajlar şişmeye başladı. 3. durağımız olan Germu’dan yolculuğun zirvesi olan Tangula dağına tırmanmaya başladık. Fazla yemek yemememizi, su içip sadece yatmamızı söylediler. Allahtan yolculuğa çıkmadan önce doktordan yüksekliğe karşı kan dolaşımını artırıcı ve nefes açıcı ilaçlar almıştık.
Tangula 5868 m. Cep telefonları, mp4 ler bile nedense zor çalışıyor. Telefonları oksijen kaynağına tutup konuşabiliyoruz. Dışarıda canlıya dair hiç birşey yok. Böyle bir coğrafi ortamda dağlara beton perdeler örmüşler. Antalya- Kemer karayolundaki toprak kaymasını önleyici komik önlemler aklıma geldi.
Gökyüzünde gidiyoruz. Bazen bulutların üzerinde, bazen güneşde, bazen buzlu bozkırlarda bazen karda ama gökyüzüne çok yakınız. Hiçbir yerdeyiz. Bir yerlerde gidiyoruz. Karadeliklerden geçer gibiyiz ama rengi mavi. Mavideliklerden Tibet’e…
Sürekli acıkıyoruz ama yiyemiyoruz biz de uykuya verdik kendimizi. Ara ara Tibet Antilopları görülüyor. Bomboş koca coğrafyada yalnız kalmış muhteşem bir tür. Lhasa’ya 2 saat kaldı. Çin’den farklı bir yere geldiğimizi hissediyoruz. Sağlı sollu Türk köyleri gibi. Köy gençleri futbol oynuyor. Kavak ağaçları bozkırda. Aklımıza espri geliyor. Anadolu aşk öyküleri gibi, Lhasa eşraflarından birinin kızı 13. Dalaylama’nın 2. kuşak torununun oğluna olan aşkı…
Akşamüzeri hiç bitmeyecek gibi gelen yolculuğumuz bitti ve Lhasa’ya vardık sonunda. Küçük rehberimiz bizi otelimize götürdü. Çok kötü bir yer beklerken baya temiz bir otelle karşılaştık. Çin hükümeti tüm eyaletlerinde otellere de bir standart getirmiş. Yıldızlarına ya da yıldızsızlıklarına göre hepsi ülkede her yerde aynı. Müşteri olmasa bile personelin maaşını devlet veriyor. Otelimiz meşhur Potala Sarayı’nın yanında. Potala Sarayı’nın şehrin göbeğinde olacağını düşünemezdim hiç.
Tibet, Çin’de otonom bir bölge. Gelmeden vize alınması gerekiyor. 2.500.000 nüfusu var. Başkenti Lhasa. Çin parası geçerli (Yuan) Tarım hiç yok. Fabrika tek tük. Resmi dili Çince ama halk Tibetçe konuşuyor. Okulda iki dilde eğitim var. Ama çok ilginç bir durum, sanki Çin Hükümeti Tibetlilere demişki; Ben sizin ayrı bir millet ve kültür olduğunuzu kabul ediyorum, coğrafi konumunuz gereği üretiminiz yok, fakirsiniz ama ben Çin devleti olarak sizin bu durumunuzu bilerek kabul ediyorum. Siz de bizim turistik eyaletimiz olun. Zaten çok turist geliyor. Size turizm şirketleri açayım, altlarınıza jeepler vereyim. Ayrımcılık yapmayın çalışın hem sizin karnınız doysun, hem de bana fayda sağlayan bir eyaletim olun. Siz de kazanın mutlu yaşayın biz de AMA benim bayrağım altında. Tibet Uygurlulara göre biraz daha şanssız bir bölgede coğrafi olarak çünkü toprakları verimsiz, bozkır. Kendi başlarına kalsalar kalkınacak güçleri yok.
Bunu çok açıkça hissedebilirsiniz Tibet’te. Çin hükümetinin desteği olmasa açlıktan öleceklermiş gibiler. Ama şimdi hem çok fakir var bir o kadar da çok zengin. Çalışan kazanıyor. Bazı bölücü ruhlu Tibetliler Çince konuşmak istemiyor. Ama sokaktaki satıcı çocuk bile az çok İngilizce biliyor. Yollar Jeep kaynıyor. Çünkü turistleri gezdirmek için Jeep şart. Ama petrolünü Çin veriyor. Posta, telefon, sağlık, eğitim her türlü hizmeti vermiş Çin hükümeti. Pekin’de nasılsa burada da aynı hizmet. Marketlerde bile aynı ürünler var. Daha ne yapsın!
Halkı çok ilginç yapıda tıpkı Kızılderililer gibi. Çok benziyorlar. Bir yerden karışmış aynı gen sanki. Himalayalar’a yakın olmasının, Hindistan, Nepal’in etkileri var kültürlerinde. Doğanın renksizliğinin intikamını, elbiselerinden, evlerinde almak istercesine rengarenk heryer. Halkı Çinliler’e göre çok daha sıcak kanlı. Bütün gün halkın tek işi ibadet etmek. Saat sabah 5.00 dan 10.30 a kadar tüm tapınak ve manastırlarda Rahipler dualarını bitiriyor, sonra halk giriyor içeri ibadete . Ellerinde tesbihler, tanrıyı çağıran topaçlar, sürekli zikir ederek yürüyorlar. Buradaki Budizm’de Şamanizm’in etkisi çok açık. Adak bağlama, evlerin damına kötü ruh kovucu bayraklar dikme gibi…
İlk gün bize banyo yapmamamızı söylediler. Bölgeye uyum sağlanması için gerekliymiş. Ertesi sabah 10.30 da çevreyi tanımakla başladık. Halk sabahtan başlayıp akın akın tapınaklara gidiyorlar. Kimi yerlere yatarak, kimi kendilerince zikirlerini çekerek. Biz de merkezdeki iki tapınağı gezdik. Tapınaklar ana baba günü sıra bekleniyor girmek için. Öğleden sonra bizi hastaneye götürdüler. Potala sarayına çıkmadan önce sağlık kontrolü gerekliymiş. Çünkü saray Lhasa’dan 100 m daha yüksek. Kontrol yapılan hastanede isteyeni el, dil ve nabızdan check up yapıyorlar. Çok ilginç doktorlar herkesin hastalıklarını bilebildi.
Bu hastanede ayrıca Tibet tıbbıyla ilgili ilaçlar da satılıyor. Tibet tıbbı ilaçları Çin’in diğer bölgelerindeki ilaçlara göre biraz daha farklı bitkilerden ve vücuttaki kanın yapısı onlar için baya önemli çünkü hastalıkların kanla taşındığına inanıyorlar.
Kontroller normal çıkınca Potala Sarayı’na tırmanmaya başladık. Potala Sarayı Tibet’deki en büyük tapınak. Dalaylama’nın üssü. Halen yeni rahipleri yetiştirmek için çalışmaları da var. İçerisi bölüm bölüm. Nefis çalışmalarına göre bölümlendirilmiş. Ruhani gelişime göre bir üst bölümde ibadet yapılıyor. Saraya tırmanmak oldukça zor yine oksijen problemi. Sürekli dinlenmek zorundasınız. Acaba fazla oksijensizlik sonucu mu insanlar ibadet etmekten başka bir şey düşünemiyorlar diye aklımızdan da geçmedi değil. Akşam yemekten sonra şehri gezdik. Özellikle Müslüman mahallesini. Müslümanlar burada da diğer halktan çok kolay ayırt ediliyor. Kadınların bazıları açık bazıları kendi buldukları türbanla örtünmüşler. Fakat tek farklı olan kısmı kadınlar da iş hayatında günlük hayatlarında erkeklerden farklı değiller.
Bizi en çok üzen olayların başında bizim grubumuzda olan Fransız ve İngilizler’e Arap milletinden farklı olduğumuzu Türk olduğumuzu sürekli anlatmak zorunda olduğumuzdu.
İkinci günümüzde Namtso Gölü ve Yangbajing kaplıcasına doğru yola çıktık. Merkezden çıkmak 1 saat kadar sürüyor. Yolar turist jeepleriyle dolu. Temizlikçiler, benzincilerdeki pompacılar ve inşaat işçilerinin yarısı kadın. Kadınlar hayatta aktif haldeler. Yanlarımıza oksijen tüpleri aldık çünkü dünyanın en yüksek rakımdaki gölüne gidiyoruz. Yol üzeri köylerdeki evlerin bazılarında hac işareti var. O hane halkının hristiyan olduğunu belirtmek için uygulamışlar.
Tibet bölgesinde he 15-20dk da bir kontrol bölgeleri var. Yollar kameralarla kontrol ediliyor. Her araç o kontrol bölgelerine kendine tanınan zamandan önce ya da sonra varamaz. Ağır bir para cezası var. Böylece hızdan dolayı oluşan trafik kazalarını önlemek istemişler. Ama bizim şoförümüz de dahil bazı şoförler hızlı gidip kontrol noktasından önce bir yerde bekliyorlar. Dağlardaki yollar bile geniş ve güzel asfaslt. Doğanın koşullarına karşı hükümet gerekli önlemleri en güzel şekilde almış. Tibet de bile. Suyun ya da buzun altında kalan yolları betonla kaplamış. Bu kaplama kısa bir bölüm değil km lerce sürüyor.
Müslüman da olsa Hıristiyan da olsa köylerdeki evlerde Şamanizm’deki gibi renkli bayraklarla kötü ruhları kovma gelenekleri hala var. Tezek yapımı çok yaygın. Bazı evlerde soba yanıyor. Hava soğuk ve yağışlı.
Ertesi sabah Tibet’in 4. büyük manastırı olan TaShiLhun Po Manastırı’na gittik. Rikaze’de de halk, gelir olarak ortanın altında. İnsanlar burada da ibadet halindeler. Fakat burada Budist olanlar ibadet halinde iken, Müslümanlar ticaret de söz sahibi olmuş.
TaSiLhun Po Manastırı hala Budist rahip yetiştiren, içinde 400 kadar rahibin yaşadığı bir mini bir köy. Her sabah saat 5 de hocaları eşliğinde ibadetlerini yapıp, 10.30 da tapınaklarını halka açıyorlar. Rahiplerin kahvaltısı da bir kasede una su katarak hazırladıkları sulu hamur. Eti çok az yemeye hatta yememeye özen gösteriyorlar. Zaten hava yok, az yemek ve sürekli ibadet eden rahipler, başka bir boyuttan bakıyorlar bize. Görmüyorlar yani. Halk da uzun sıralar oluşturuyor. Yağmura rağmen hasta, yaşlı, çoluk çocuk hepsi sırada. Bu tapınak da yine nefis terbiye etme aşamalarına göre bölüm bölüm, fakat normal halk sadece büyük ve altın kaplama Buda heykelinin önünde mum ya da tütsülerini yakıp, tavaflarını tamamlıyorlar. Bu arada tapınak kapısında Budistlerin okuduğu cevşenler satılıyor.
Ertesi gün Lhasa’ya döndük, Pekin’ e dönmek üzere Tibet’de Müslümanlar ticarette iyiler. Hemen hemen hepsi tek tük de olsa İngilizce konuşabiliyor. Dağdaki köylere bile devlet kendi ürettiği meyve suları, içme suları, krakerlerden vermiş. Siz de bunu satın paranızı kazanın diye. Tibet, Çin’ e nispeten ucuz bir eyalet. ( Otonom bölgesi). Ev kiraları 300 Yuan e de var 5000 Yuan e de. Bir ailenin iyi şartlarda yaşaması için ayda 1500 Yuan fazla fazla yetiyor (aileden kasıt en fazla 3 kişi)
Dönüşümüz yine aynı T27 hattıyla olacak. Fakat ilginç bir deneyim yaşadık yine. Gelirken hiçbir sorun olmadığı halde, dönüşte Tibet’deki acentanın azizliğine uğradık. Tibet’e turizm yeni yeni girdiği için ve sektörde çalışanlar işlerini henüz ciddiye almadığı için acentamız dönüş biletlerimizi almayı son güne bırakmış ve sadece Xian ‘a kadar almakla kalmamış, farklı farklı kompartmanlarda almış. Biz de nasıl olsa Pekin’ de ineceğiz diye fazla para almadık yanımıza. Tren hareket ettikten sonra biletler elimize geçti ve Pekin’e kadar olmadığını gördük. Zaten yorgunluk ve oksijensizlikten bitkin bir halde koridorda sinirlerimiz bozuldu ve ağlamaya başladık.
Çok ilginç bütün Çinliler yanımıza geldi, derdimizi sordu. Anlattık. Hepsi seferber oldular. Trendeki kondüktöre, şeflere, görevlilere bize yardımcı olmaları için konuştular defalarca. Bizi gönderen acentanın Pekin’deki şubesiyle görüştüler. Kimse sorumluluk almak istemedi. Hatta Pekin’deki bir Çinli arkadaşımız acentayı polise şikayet etti. Ülkesindeki yabancılar için devlete karşı koydular bir anlamda hiç mecburiyetleri yokken. Bu arada trendeki teyzeler, amcalar üzgünüz diye bize habire yiyecek içecek taşıdı. Bir Çinlinin verdiği yiyeceği tatmak zorundasınız yoksa çok terbiyesizlik olur. Düşünün artık halimizi! Yataklarını vermeyi teklif ettiler. Bu sefer de bu kadar iyi niyetli çaba karşısında ağladık. Kendimizi hiç yalnız, çaresiz hissettirmediler. Sonunda kondüktör bizi Xian’a kadar idare edebileceğini ama ordan sonra bir şey yapamayacağını söyledi. Bunun üzerine bir genç kız da Xian’dan Pekin’e kadar olan paramızı ödedi. Tabi indiğimizde bir bankamatik bulup geri ödeyeceğimizi söyledik ısrarla. Önemli değil dedi. Ama ödedik tabi paramızı. 2. gece bize yer bulamadıkları için, bugüne kadar hiçbir müşterinin giremediği personel kompartımanında yatırdılar. O bölümde de ilginç görüntüler gördük. Son derece temiz bir kompartıman, aynı zamanda sessiz. Vardiyası biten kadın, erkek personel sırayla gelip yatıyorlar. Kadın erkek ayırımı olmadan da saygılı yaşandığına şahit olduk yine. Uyananlar sırayla kişisel temizliklerini yapıp görevlerine döndü. Sık sık bir ihtiyacımız olup olmadığını sordular. Gerçekten dünyada hala insanlık kalmış dedirttiler bize.
Tibet seyahatimiz bize, Çin’in en ücra köşesine kadar yeten güçlü bir ülke olduğunu gösterdi. İçinde farklı din, dil, ırkların barış içinde aynı bayrak altında, kadın erkek ayırımı yapmadan, ülkelerinin güçlenmesine nasıl katkıda bulunduğunu, insani değerlerin hala varolduğunu, geleceğin tek süper gücü olma yolunda hızla ilerlediğini gösterdi.
Simla Ugras / Beijing