Çin Halk Cumhuriyeti, Cumhuriyet olana kadar yaklaşık 5000 yıllık bir tarihe sahip. Bu süre ele geçirilen yazılı tarih kaynaklarından edinilmiş bilgi. Belki çok daha uzun bir geçmişi vardır bu kıtada. Düşünsenize biz bile coğrafi koşullara dayanamayıp terk etmişiz vaktiyle bu kıtayı. Ama onlar hala inatla sahip çıkıyorlar coğrafyasıyla bütünleşmişler. Bu yüzdendir ki her şeyleri her yerleri damgalamak, mühürlemek gibi bir alışkanlıkları var. Kaldırımlar, binalar, dökümanlar, yediğimiz ekmek, kurabiyeye kadar herşey. Anlamı; bu kıtada biz her şeyin sahibiyiz!Geçmişte de vardık, sonsuza kadar hep buradayız.
Tarihi kayıtlara göre hep hanedanlıklarla yönetilmiş Çin. Bu hanedanlıklar Avrupa’ daki gibi değil, onlar bile bu kıtaya has özelliklerde. Size oturup tek tek sıkıcı tarih dersi vermek de istemiyorum. Ama Çin, bugün sahip olduğu tüm kültürel hazinesini bu döneme borçlu. Hanedanlık, Han soyundan gelen nüfuzlu ailelerin hangisi en güçlüyse onun yönetimiyle olan bir sistem. İmparator ejderhanın oğlu kabul ediliyor. Ejderhanın anlamı ise çok önemli. Çin efsanelerinde, yedi farklı hayvanın özelliklerini kendinde toplamış olan ejderha, gücün, kuvvetin, şansın ve mutluluğun simgesi. İmparatorun gücünü de simgeliyor. Bu nedenle hala bugün bile ejderha yılında doğanlar şanslı kabul ediliyor. Mutlaka her imparatorun kendilerine has ilginçlikleri olmuştur. Ama bana göre Çin tarihinin en önemli ve bugün Çin Seddi’nden Yasak şehre, Xian şehrindeki Terracotta askerlerden daha birçok tarihi esere kadar etkibırakmış olan Qin Shi Huang Di’dir. Bence dünyadaki birçok diktatörün sahip olduğu hafif şizofrenik duruma sahip bir hükümdar. Öyle olmasaydı, canı sıkılınca (sonra nedenini anlatacağım) binlerce yıl süren Çin Seddi’ni yaptırmazdı, ya da kendi eşyalarını taşıması için döneminde tekerleği icat ettirip, bu arabaların gideceği milyonlarca km taştan yollar inşa ettirmezdi. Ya da kadınlar için işkence olan ayak bağlama sistemini uygulatmazdı. Bunlar tamamen egosunu daha da tatmin etmek için yapılmış uygulamalardan bir kaçı.
İşte böyle binlerce yıl aynı topraklarda böyle baskıcı bir yönetimle idare edilen Çinlilerin bugün içlerine kapanık, mütevazi, sessiz ve derinden gitmelerinin sebebi budur. Bu sessiz kalmaları ve kimse kimsenin işine karışmamasının altında da bu psikoloji vardır. Her ne kadar bu baskıya büyük ve yok edici bir savaşla son verip, Cumhuriyet sistemine ve komünist sisteme geçmiş olsalar da hala izleri var halkının üzerinde. 1949 yılında kurulan Çin halk Cumhuriyeti’nin babası Mao’nun, kendine Mustafa Kemal Atatürk’ü örnek aldığı söyleniyor. Ne kadar gurur verici. Bugün hala ilkokul kitaplarında Mustafa Kemal’in adı geçer, sokaktaki çöpçü bile adını bilir bu mucize adamın.
İşte günümüzün matematik sorusu da burada başlıyor bence. Nasıl oluyor da komünist sistemdeki bir ülke bugün dünya ekonomisini avucunda tutuyor?
Bu soruyu buraya geldiğimden beri araştırıyorum. Hala net bir sonuca varmış değilim. En iyisi ben size bildiğimi anlatayım kararı siz verin. Zira hala çok sayıda sosyolog ve ekonomist bile çözebilmiş değil. Evet başlangıçta bitik bir kıtada hızla toparlanmaya ve kalkınmaya yardımcı oldu bu sistem. Ama artık eskisi gibi değil hiç bir şey. Sözde hala komünist parti var, hala hemen hemen her Çinli bu partinin üyesi ama fiili hayatta bana göre kontrollü götürülen bir kapitalist sistem var artık. Bazı uzmanlar buna Asya tipi üretim tarzı diyor.
Çok Çinliyle konuştum. Nedir bu sistemi adı benim kafam karıştı, yollarda Ferrariler, BMW ler Audiler var, borsanız patlama yapmak üzere, üretim fazlalığınız var, artık çok zengin insanlarınız var, kimse eşit yaşamıyor, her yer ücretli diye. Aslında kendilerinin de kafası karışık. Hatta bir çok Çinli ilk defa her şeyin bu kadar pahalandığını ve gelecekten korkmaya başladıklarını söylüyor yavaş yavaş. Söylenenlere göre Parti dünyaya açılma kararı almış 4-5 sene önce. Amacı her Çinlinin zengin ama eşit olması fikriymiş. Bence dünyada görülmemiş ama ütopik bir sistem. Keşke başarsalar o ayrı konu bunu zaman gösterecek. Artık burada da mülk satın alabiliyor insanlar.sadece Çinliler tabiki, bizim gibi ülkelerini satmıyorlar. Sadece toprak satışı yok heryer devletin ama bu sene itibariyle de evlerinin tapuları var artık. Bu tapular 70-80 yıllığına gibi gözükse de süresi dolunca ilgili makama gidip uzattırılacak. Şahıs malı yani. Aslında devlet bu süreyi koymakla kontrol mekanizmasını da kullanıyor bir nevi. Her eyaletin kendi içinde minik bir hükümeti var. O da bölge ve mahalle sorumlularına göre alt birimlere ayrılarak hiyerarşik bir dağılımla kontrol ediliyor. Minik hükümetlerin başkanları da asıl başkana hesap veriyor yani Hu Jin Tao’ya. Ekonomi serbest bırakılmış ama kontrollü. Her yerden yapılan alışverişlerden, bankalarda kullanılan paradan devlet kendine komisyon ayırıyor. O nedenledir ki, artık yabancı sermaye çok rahat girebiliyor Çin’e. Devlet gel yatırım yap, para kazan ama benim adamımı çalıştır, bana da kazandır kapım sana açık diyor. Ekonomik açıdan inanılmaz bir pazar. Bu yazıları size ulaştırmamın en önemli sebebi de bu. Hep Avrupa Birliği’ne odaklanmış ülkemiz için başka dünyalar da var ı anlatabilmek. Çin’in çok uzak ve zor olmadığını artık değiştiğini, bavul ticaretinden başka da iş alanlarının olduğunu hatırlatmak için.Özellikle yeni yeni dünyaya açılan halkın yabancı mallara merakı ve artan alım gücü bu pazarı destekliyor. İnsanlar artık paranın tadını ve gücünü anlamış durumda. Özellikle fabrika gibi yatırımlarda devletin kösteği değil desteği var. Bürokratik işlemler bile bizden çok sade ve kolay. Bu durumu takip eden ABD, birçok markasıyla, İspanya ve İtalya turizm ve gıda sektörüyle bu pazara ciddi girişimler yapmışlar. Ben hala ülkemiz adına kayda değer bir yatırım, tanıtım hiçbir şeye rastlayamadım. Türk olduğum için bana sadece sizin ülkenizde erkekler 4 kadınla mı evleniyor sorusuyla karşılaşıyorum hala. İşte bizim dünyadaki imajımız ne yazık ki hala bu. Bazen soruyorum Türkiye’yi biliyor musunuz? Gelmek ister misiniz? diye, evet adını duyduk ama oraya gitmektense önce Paris’i Amerika’yı görmek isteriz diyorlar. Neden? Çünkü bu ülkeler her dakika TV de kendi filmlerini oynattırıyor, zaten pazara girmişler haliyle buradaki insanlar da o medyada gördüğü ülkeyi görmek istiyor öncelikle. Bu konuda Turizm Bakanlığı’mıza çok görevler düşüyor. Çok ciddi bir tanıtım kampanyaları yapılması lazım. Ülkemizi merak ettirmemiz lazım, kendimize çekmemiz lazım, ya hakkaten şu Türkiye zırt pırt heryerde karşımıza çıkıyor ne var acaba gidip bir baksak yahu dedirtmemiz lazım. medyanın gücünü kullanmamız lazım. Ülkemiz gerçekten canlı bir hazine bunu anlatmamız lazım. Yoksa bu adamların imkanları yok değil artık var ve yakın bir gelecekte de daha da çok olacak. Şimdiden bir köşe başına yerleşmemiz lazım.
Sağlıcakla,
Simla Uğraş / Beijing